Herkese karantina günlerinden merhaba…
En son 6 aylık adliye stajımdan bahsedip sizleri az çok bilgilendirmek istemiştim. 9 Mart itibari ile diğer 6 aylık büro stajımda bitip ruhsat bekleme durumuna geçtiğim için artık bu durumu 1 senelik kısa bir özet olarak dillendirebilirim. 3 ve 6 aylık staj durum raporu hakkında çok bir şey yazmak istemiyorum çünkü internete yazdığınız zaman taslak halinde çıkıyor ve tek yapmanız gereken bunları basıp doldurup baroya teslim etmek. Ruhsat başvurusu için gereken belgeler de benzer şekilde bu şekilde. Hepsi oldukça pratik. Tek ekleyebileceğim nokta sağlık raporunun Çağlayan adliyesinden alınmasının rahatlığı diyebilirim.
İlk yazımdan sonra özellikle siz yeni staja başlayacak olan meslektaşlarımdan çok güzel mesajlar aldım. Açıkçası bu beni çok mutlu etti çünkü benim 1 sene önce staja başlarken baz alacağım hiçbir kaynağım ya da bilgilendirmem yoktu. Tamamen klişe haline gelen bilgilerden ibaretti tüm bildiklerim. İnsanın kendi keşfetmesi ve deneyimlemesi de bir noktada güzel ama bazı konularda bilgi sahibi olup en azından ona göre davranması da ayrı güzel ve önemli olabiliyor.
Gelgelelim diğer 6 ayıma... Toplamda 3 farklı büro ve 3 farklı yapılaşma gördüm. Hepsi birbirinden farklı ve çalışma alanlarının dair uyuşmadığı yerlerdi. Bir noktada bence farklı alanları staj zamanı görmek ve deneyimlemek güzel olurken kısa bir sürede adaptasyon açısından bu kadar çok değişiklik yapmak da bir o kadar yorucu oluyor. Açıkçası benimkisi hem şanssızlıktı hem de belki de ileriye dönük bir yatırım. İlk 2 bulunduğum büro o kadar çok beni mutsuz eden, huzursuz eden ve de kaygılandıran yerlerdendi ki hayatı ve isteklerimi çok kere sorgulamama neden oldu. İkisi de farklı açılardan yıpratıcıydı. İlk çalıştığım yer bir Uluslarası Hukuk bürosuydu. (Ad vermek doğru değil zaten beni yakından tanıyanlar biliyorlar, merak edenler de daha sonradan özel olarak her zaman sorabilirler) Bu büroda sanırım 2 ay kadar bulundum. Ve inanın hayatımda geçirdiğim en ama en mutsuz olduğum 2 aydı. Hiç abartmıyorum neredeyse her allahın günü eve ağlayarak gider ya da akşam ağlıyor olurdum. 5 katlı bir büroydu burası. 5.katta minicik odada yaklaşık 7-8 kişi arasında sıkışıp kalmış, kendime ait masam bile olmayan ve senior avukat dedikleri kişi tarafından her allahın günü mobbinge uğradığım tabiri caizse hapishane gibi bir yerdi bana göre. İş şartlarını konuşmaya gittiğimde mesai saatleri 08:00-18:00 arasında denilmesine rağmen DAHA İLK İŞ GÜNÜMDE saat 19:45’e kadar vekaletname çevirisi verip ( ki hayatımda daha önce vekaletname çevirisi hiç yapmamıştım) ben çıkarken de ( ki çıkmak için dair izin alıyordun) “ ne oldu iş için çok hevesliydin hevesin mi kaçtı?” diyen biriyle muhattap olma durumuna iten bir tımarhanemsi yerdi burası…
Evet ben hayatım boyunca hiç işten veya çalışmaktan gücenmiş biri değildim hatta aksine bana verilen her türlü sorumluluğu da yapmak hoşuma giden ve daha fazlasını öğrenmek için çabalayan biriydim fakat bu büro belkide sadece bir kişinin mentalitesinden dolayı öyle bir yerdi ki resmen hayat enerjimi sömürüp bitiriyordu. Neredeyse her gün İngilizce- Türkçe sözleşme, vekaletname çevirileri veriliyor, ayak işleri yaptırılıyor, fotokopi çektiriliyor, yemeğe çıkarken izin aldırılıyor ve iş çıkış saatinde dair yüz bin farklı kişiye sormadan çıkarttırmıyordu. Değişik bir mekanizması vardı anlayacağınız. Fakat en değişiği de her zaman güler yüzlü ve neşeli olan bana güldüğüm bir vakit yine kıdemli avukatları tarafından gelen “mesai saatleri içerisinde gülmüyoruz. Burada gülüneceği zaman herkes aynı anda güler” cümlesi idi. Onun gibi insanlar adına gerçekten kalben üzgünüm ama kime anlattıysam sadece GÜLÜP geçti. Her neyse burada tanıdığım ve kazandığım çok güzel insanlar ve yardımcı olmaya çalışan çok tatlı insanlar da oldu ve hepsine yine kalben teşekkürlerimi ayrıcana sunuyorum.
İkinci yere gelince ise talihsizliğimin devamı gibiydi. Bu sefer yine adını vermeyeceğim eski bir İstanbul Barosu başkanının minik bir aile ofisiydi. Yaklaşık 10 kişi kadardık. Şansıma bizim üniversiteden mezun şu an çokça samimi olduğum iki stajyer arkadaşım daha vardı. İlk başlarda burada her şey çok güzeldi. Severek gidip geliyorduk ve ilk bürodaki gibi ne salt çeviri ne salt ayak işi vardı. Taa kii bizi stajyerden ziyade temizlik görevlisi veya çalıştırdıkları eleman olarak görmeye başladıklarını anlayana dek. Burada kapının orada danışma masası gibi bir yerde 2 kişi otururduk. Malum zil çaldığında- ki sürekli müvekkil geliyordu- biz bakardık. Eee telefonlara da biz bakıyorduk. Sonrasında çöp atma muhabbeti başladı. Neymiş efendim özellikle Cuma günleri çıkıştan önce çöpleri toplayıp atmamız gerekiyormuşmuş. Bunun için ultimatomlar almaya başladık. Dahasında mutfaktaki bulaşıklar sorun olmaya başladı. Yok yıkamıyormuşuz yok bulaşıkta olan temizleri alıp yerleştirmiyormuşuz ama yapmamız gerekiyormuş vs vs…
Bu eski baro başkanı olacak adamın yine kendisi gibi Avukat olan eşi vardı ki Allah Allah… her allahın günü oraya gelip mutfak hakkında nutuklar atıp yanımızda yemek yiyip ikram bile etmeyen bir karakterdi kendisi. Bir gün dayanamadım yine bana bulaşık nasihatı verirken kadına “ neden yardımcı biri gelmiyor buraya?” diye soruverdim. Ve cevap gayet basitti. Daha önce denediklerini ama memnun kalmadıklarını, orada çalışan aksi ve suratsız eski stajyer yeni Avukat kızın bir firma ile anlaşması olup o firmanın SENEDE 1 kere geldiğini ve bunun kafi olduğundan bahsetti. Açıkçası şaşırmamak elde değildi ama trajikomik bir olay olduğunu da kabul etmek gerekir. Ama daha acısını henüz anlatmadım….
Benim adliyede olduğum bir gün klasik bir müvekkil geliyor ve çay kahve yapan biri dahi olmadığından diğer stajyer arkadaşım bunları yaptıktan sonra kadın tuvalete giriyor. Tuvaletteki klozetleri paslıydı. Baya baya paslı ama anlatılmaz yaşanır dercesine.. Her neyse kadın tabii bu pasları görüp eminim ki utanıyor ve arkadaşımı da stajyer yerine temizlikçi vs sandığından “ kızım buraları silin” diyor. İşte bence bu son noktaydı. Daha çok fazla şey var hatta ofisin her yerinin kir, pas, pislik olduğunda dair bir sürü fotoğraf dair çektim kanıt olsun diye ama çok fazla da söylenilen ve yapılan çirkinlik var. Ve bunu eski baro başkanı biri yapıyorsa siz gel görün ki piyasanın hali kimbilir nedir ve kimlerle doludur allah bilir. Tabii buradan da pabuçsuz kaçtık… Adliye masrafı olsun yol masrafı olsun her şey kendi cebimizden çıktığı için – ki zaten ne kadar pinti oldukları da anlatılmaz yaşanır idi- konuşulan ücreti dair alamadım. Ama inanın bu pasaklı yerden kurtulmak en büyük özgürlüktü.
Üçüncü çalıştığım yer sanırım kendimi en çok bulduğum ve en çok keyif aldığım yerdi. Stajımın çoğu zaten değişik tecrübelerle geçmiş ve Hukuki bilgi açısından çok fazla bir noktaya gelememiş olan ben için bulunmaz bir yerdi. Oldukça kalabalık bir ofis olmasına rağmen insanların samimiyeti ve güler yüzlülüğü, çalışma ortamındaki huzur ve de her geçen gün kendime güzel şeyler kattığımı hissetmem geçirdiğim bir kaç ayın oldukça değerli olmasını sağladı. Sanırım bir çok insana göre 1 senede belki de 10 senelik iş tecrübesi elde etmiş olabilirim. Artık işe giriş görüşmesinden tutun özellikle istifa biçimine kadar sanırım hayli yol aldım. Her işte bir hayır varmış derler, gerçekten öyle. Ben olaylara her zamanki gibi iyi açıdan bakmaya gayret ediyorum.
Fakat bu noktada herkesin macerası farklı oluyor ondan siz özellikle şöyle böyle yapın asla diyemem. Tavsiye edebileceğim tek şey büro stajını yapmak için acele etmemeniz. Eveet biliyorum mezun oldunuz ve iş hayatına atılmak için can atıyorsunuz. Fakat elbet er ya da geç atılacaksınız zaten. Biraz adliye stajınızın tadını çıkarıp dava izlemek, kendinize o süreçte bir şeyler katmak eminim ki sizleri daha farklı bir konuma getirecek etkenlerden. Bana göre en önemlisi de her zaman ama her zaman kalbinizin sesini dinlemeniz. Yani o şu bu ne der diye yaşamamanız. Mesela çalıştığım ilk yer Uluslararası bir büro olması nedeniyle eminimki çoğu Hukukçunun hayalini süsleyen ve belkide inanılmaz kariyer fırsatları tanıyacak olan bir yerdi, ama orada mutsuz ve huzursuz bir insansanız size para sağlasa da uzun vadede başarı veya mutluluk getirmeyecektir. Bunu da sakın aklınızdan çıkarmayın. Başkalarına karşı hava atacaksınız veya gösteriş yapacaksınız diye kendi hayatınızın ellerinizden kayıp gitmesine seyirci olmayın…
Kısacası en güzeli kendinizle baş başa kalıp kendinizi ölçüp biçmek ve tanımak daha sonra da harekete geçmek bence. Mutsuz olduğunuz yerde 1 saniye bile kalmayın gerçekten. Çünkü şu anda geçtiğimiz süreçten anlaşılacağı üzere hayat oldukça değerli ve yaşadığımız 1 saniyenin bile bir hayli önemi var. Sağlık, mutluluk ve huzur olduğu sürece başarı da kaçınılmaz olacaktır. Sizleri kucaklıyor, bu zor günlerin ivedi olarak geçmesini diliyor ve meslek hayatınızda başarılar diliyorum =)
Comments